Düşünen İnsan
"Düşünüyorum, o halde varım."
22 Temmuz 2018 Pazar
ASLA VAZGEÇMEYİN!
Bu yazıyı okumaya başlayan biri ya bir şeylerden vazgeçmek üzere ya vazgeçmemek için diretiyor ya da sadece kendisine ilginç gelen bir yazıyı bulup okuyor. Hangisi olduğunuzu bilmiyorum ama ben bir şeylerden vazgeçmek üzere olan biri olarak bu yazıyı yazıyorum. Biraz komik gelmiş olabilir ama evet ben size "Asla vazgeçmeyin!" derken aslında kendime de vazgeçmemem, vazgeçmememiz gerektiğini söylüyorum.
Hayatınızda hep bir şeyler için mücadele etmek zorunda kalmış olabilirsiniz. Bir şeyler önünüze altın tepsiyle sunulmamış olabilir yahut hep altın tepsiyle sunulmuş ama bu farklı ne kadar çabalasanız da olmuyor, olmayacak; anneniz, babanız, sevgiliniz... artık vazgeçmeniz gerektiğini söylüyor olabilir. Umutsuzluğa düşmüş ve birinin size sadece " Vazgeçme!" demesini bekliyor olabilirsiniz. Ben söylüyorum " Vazgeçmeyin!". Sadece ben değil çok sevdiğim bir sanatçı olan Bob Marley de bana ben vazgeçersem hak etmeyen birinin kazanacağını söylüyor.
Elbette engeller var olmaya devam edecektir. Bu engellerle baş etmek çok güç olabilir (Vazgeçmek istediğiniz yada zorunda olduğunu düşündüğünüz konunun ağırlığına göre ) belki yaşamak bile istemeyeceksiniz, hayatta artık hiçbir amacınız kalmadığından ve nefes almanızın bundan sonra saçma bir durumdan ibaret olduğunu düşünebilirsiniz. Dönüp gül bahçelerine bakın (gül bahçesi bulmak da zor da neyse) orada güzel güller göreceksiniz, elbette güzel ve rengarenk ama unutmayın onlar bir emeğin bir vazgeçmemenin ürünü, sonucu. Onların dikip tüm emeğini veren kişi dikenine de katlanan kişidir. Şimdi ise o güzelliği seyre dalıyor.
(Isparta'da bir gül bahçesi. Resmin detayları için: https://www.trtavaz.com.tr/fotogaleri/bastona-gizlenen-fidandan-dunyanin-gul-bahcesine-uzanan-seruven/595399d901a30a16b41de238 )
Yere mi düştünüz? Canınız mı acıyor bir daha deneyin, ayağa kalkın. Ayağa kalkmazsanız hangi noktada olduğunuzu anlayamazsınız. Düştüğünüzde yanınızda size gülecek eminin yüzlerce insan olacak ama bir tanesi size destek olmak için elini uzatmayacak, zaten uzatsaydı siz şimdi bu yazıyı okuyor olmazdınız. Ha öylesi varsa ne mutlu size bende biraz daha destek oluyorumdur. Ama hiçbir şeyin önemi yok. İhtiyacın olan sadece kendine inanmak ve ayağa kalkmak.
Vazgeçmeyin, kazanacaksınız. Ama ya vazgeçmediğiniz şey sizin için iyi sonuçlar doğurmayacak bir şeyse? Bunu da düşündüm, belki siz de düşünmüş ve işin içinden çıkamamış olabilirsiniz. Bir adım ötemizi elbette bilemeyiz bilebilmek için önce ileriye doğru bir adım atmak gerekir. Sonra her taraf berraklaşacaktır. Israrla o yolu adımlamalıyız, çünkü bunu istiyoruz, çünkü vazgeçmeyeceğiz. Yüreğimizde hiçbir burukluk kalmadan bu hayat iyisiyle kötüsüyle benim, her şeyi ben yaptım benim eserim diyebilmeliyiz. Bu durumda önümüze her ne çıkarsa çıksın bunu kabullenmeli ve hayatımızı buna göre yönlendirmeliyiz.
Emin olun hiçbir başarı kolay elde edilmiyor, başaracağınız şeyi, vazgeçmeden kazanacağınız, elde edeceğiniz şeyi ve o başarma hissini düşünün sonra bir köşeye çekilin yüreğinizin size fısıldadığını duyacaksınız; Yüreğinizi dinleyin, vazgeçmeyin ve unutmayın ki: her batan güneşin ardından yeni bir güneş doğar.
3 Ocak 2017 Salı
ENSEST NEDİR?
ENSEST NEDİR?
Dilimize büyük ihtimalle İngilizceden geçmiş "incest" kelimesinin Türkçeleştirilmiş halidir. Yakın akraba arasında gönüllü ya da gönülsüz yasak cinsel ilişki anlamına gelmektedir. Diğer bir adı ise "yasak sevi"dir. Çekirdek aile dışındaki geniş aile bireyleriyle yapılan cinsel münasebet de ensest olarak nitelendirilir.
Günümüzde gittikçe basın ve yayın yoluyla gözler önüne serilen ensest ilişkilere şu ya da bu şekilde tanık olmuşuzdur; ya kendi içimizde ya da yakınımızda bu ilişkiler tanık olmuşuzdur. Burada dikkat edilmesi gereken en önemli husus, ensest ilişkinin aile içindeki samimiyeti ortadan kaldırmasıdır. Yani artık yakın akrabalarımıza kuşkuyla bakacağız, onlarla olan dostuluk ilişkilerimizde art niyet arayacağız.Bu tür yaklaşımların artması sizden en yakın akrabanıza sarılma, tokalaşma hatta selamlaşma hakkını alacaktır ve artık en yakın akrabanıza sarıldığınız bu sizi diğerlerinin gözünde ahlaksızlaşmış bir ensest daha yapacaktır.
Bizden gerçek anlamda ağabeyim, kardeşim, bacım, halam, dayım diyebileceğimiz kimseleri bizden almalarına izin vermemeliyiz. Sadece bu nedenlerle değil ayrıca sağlıklı nesil, sağlıklı toplum ve kaliteli beyinler istiyorsak hem dinimizde hem de toplumumuzda yeri olmayan etik, ahlak dışı, bilim dışı diye tabir edebileceğimiz bu tür ilişkilere şiddetle karşı çıkmalıyız.
TOPLUMSAL VE HUKUKSAL BAĞLAMDA ENSEST
Çeşitli ülkelerde farklılıklar olsa da ensesti suç sayan ve bu nedenle cezalandırma yönüne giden yasa maddeleri mevcuttur. Hukuk açısından en genel anlamda ensest, birinci ya da ikinci dereceden yakın akrabalarla girilen cinsel ilişki olarak tanımlanmaktadır. Türk Hukuk Sisteminde, Medeni Kanunda yakın akrabaların birbirleriyle evlenmelerini yasaklayan maddeler de vardır.
Ensest İlişkinin Sona Ermesi İçin Alınabilecek Önlemler:
Akraba evliliğinin yapılmaması, caydırılması için televizyon dizileri yapılmalı, dizilerde bu konular işlenerek halk bilinçlendirilmelidir.
Yazılı ve görsel basın yoluyla insanlar bilgilendirilmelidir.
İlkokullardan itibaren eğitim programlarının içine bu konuları işleyen sağlık bilimleri dersleri konulmalıdır.
Kız çocuklarının eğitimlerinin arttırılmalı.
Akraba evliliğinin uygulanmaması için çeşitli çalışmalar yapılmalıdır.
Konu bakımından "Ensest"in bir çok alanda etkisi bulunmakla beraber yine konu bakımından çok geniştir. Burada tek tek ele alınmamakla birlikte genel hatlarıyla ele alınmış ve bu tür ilişkilerin sona ermesi için alınabilecek önlemler belirtilmiştir.
Dilimize büyük ihtimalle İngilizceden geçmiş "incest" kelimesinin Türkçeleştirilmiş halidir. Yakın akraba arasında gönüllü ya da gönülsüz yasak cinsel ilişki anlamına gelmektedir. Diğer bir adı ise "yasak sevi"dir. Çekirdek aile dışındaki geniş aile bireyleriyle yapılan cinsel münasebet de ensest olarak nitelendirilir.
Günümüzde gittikçe basın ve yayın yoluyla gözler önüne serilen ensest ilişkilere şu ya da bu şekilde tanık olmuşuzdur; ya kendi içimizde ya da yakınımızda bu ilişkiler tanık olmuşuzdur. Burada dikkat edilmesi gereken en önemli husus, ensest ilişkinin aile içindeki samimiyeti ortadan kaldırmasıdır. Yani artık yakın akrabalarımıza kuşkuyla bakacağız, onlarla olan dostuluk ilişkilerimizde art niyet arayacağız.Bu tür yaklaşımların artması sizden en yakın akrabanıza sarılma, tokalaşma hatta selamlaşma hakkını alacaktır ve artık en yakın akrabanıza sarıldığınız bu sizi diğerlerinin gözünde ahlaksızlaşmış bir ensest daha yapacaktır.
TOPLUMSAL VE HUKUKSAL BAĞLAMDA ENSEST
Çeşitli ülkelerde farklılıklar olsa da ensesti suç sayan ve bu nedenle cezalandırma yönüne giden yasa maddeleri mevcuttur. Hukuk açısından en genel anlamda ensest, birinci ya da ikinci dereceden yakın akrabalarla girilen cinsel ilişki olarak tanımlanmaktadır. Türk Hukuk Sisteminde, Medeni Kanunda yakın akrabaların birbirleriyle evlenmelerini yasaklayan maddeler de vardır.
Akraba evliliğinin yapılmaması, caydırılması için televizyon dizileri yapılmalı, dizilerde bu konular işlenerek halk bilinçlendirilmelidir.
Yazılı ve görsel basın yoluyla insanlar bilgilendirilmelidir.
İlkokullardan itibaren eğitim programlarının içine bu konuları işleyen sağlık bilimleri dersleri konulmalıdır.
Kız çocuklarının eğitimlerinin arttırılmalı.
Akraba evliliğinin uygulanmaması için çeşitli çalışmalar yapılmalıdır.
Konu bakımından "Ensest"in bir çok alanda etkisi bulunmakla beraber yine konu bakımından çok geniştir. Burada tek tek ele alınmamakla birlikte genel hatlarıyla ele alınmış ve bu tür ilişkilerin sona ermesi için alınabilecek önlemler belirtilmiştir.
14 Aralık 2016 Çarşamba
HALEP'TE KATLİAM VAR (Suriye İç Savaşı)
Son zamanlarda gündemde olmasına rağmen aslında Suriye'de sürmekte olan savaşın beş yıllık bir tarihi var. Savaş Aralık 2010 da Arap Baharı adı verilen Tunus'ta hükümet karşıtı gösterilerle başlamış olup Suriye de dahil olmak üzere Arap Dünyasında yayılmıştır. Suriye'de ise Baas Partisi'ne sadık askerler ve bunları destekleyen milisler ile bu partiyi iktidardan indirmek isteyen Suriye Muhalefeti arasında başlayan, sonrasında IŞİD, El Nusra ve bazı Kürt, Türkmen, Dürzi ve Süryani grupların da katıldığı, son dönemde ise Rusya, İran, ABD, Türkiye gibi dış güçlerin de sınırlı olarak dahil olduğu çatışmalardır. Gösteriler 15 Mart 2011'de başlamış ve Nisan 2011 tarihinde ülke çapına yayılmıştır.
Resim 1: Suriye Haritası
Savaşın çıkış noktası ve ilk isyan sözü edilen Arap Baharından etkilenerek Ocak 2011 tarihinden itibaren küçük gösteriler halinde başlayıp büyüyerek, yolsuzluğa ve insan hakları ihlallerine karşı bir sivil başkaldırı olarak başlamıştır. Hükümetin gösterilere karşı yaptığı geniş çaplı tutuklamalarına, işkencelerine, polis şiddeti ve sansürlerine rağmen geniş çaplı gösterilerle devam etmiştir. 4 Haziran 2011 tarihinde ise ilk büyük çaplı gösterilerden tam 79 gün sonra ülkedeki ilk silahlı çatışma yaşanmıştır. Bazı güvenlik görevlileri sivil ölümlerinin yaşanması vesivillere ateş etmeyi reddeden askerlerin gizli servis elemanları tarafından infaz edilmelerinin ardından firar ederek göstericilere katılmış ve muhalefeti büyütmüşlerdir.

Resim 2: Ağustos 2013 tarihinde Guta'da kimyasal silah saldırısında öldürülen kişiler

Resim 3: 14 Kişinin öldüğü bir hava saldırısı sonrası
Birleşmiş Milletlerin açıklamasına göre Suriye İç savaşında 250 binden fazla insan hayatını kaybetmiştir fakat Birleşmiş Milletler Suriye iç savaşına dair istatistik toplamayı bıraktığı için ölenlerin sayısının daha fazla olduğu düşünülmektedir. Suriye Politika Araştırma Merkezi (SCPR) yayınladığı raporla 2011 Mart ile 2016 Şubat ayları arasında Suriye iç savaşında 500 bin insanın hayatını kaybettiğini, 1.88 milyon insanın ise yaralandığını belirtmiştir.
Resim 1: Suriye Haritası
Savaşın çıkış noktası ve ilk isyan sözü edilen Arap Baharından etkilenerek Ocak 2011 tarihinden itibaren küçük gösteriler halinde başlayıp büyüyerek, yolsuzluğa ve insan hakları ihlallerine karşı bir sivil başkaldırı olarak başlamıştır. Hükümetin gösterilere karşı yaptığı geniş çaplı tutuklamalarına, işkencelerine, polis şiddeti ve sansürlerine rağmen geniş çaplı gösterilerle devam etmiştir. 4 Haziran 2011 tarihinde ise ilk büyük çaplı gösterilerden tam 79 gün sonra ülkedeki ilk silahlı çatışma yaşanmıştır. Bazı güvenlik görevlileri sivil ölümlerinin yaşanması vesivillere ateş etmeyi reddeden askerlerin gizli servis elemanları tarafından infaz edilmelerinin ardından firar ederek göstericilere katılmış ve muhalefeti büyütmüşlerdir.
Resim 2: Ağustos 2013 tarihinde Guta'da kimyasal silah saldırısında öldürülen kişiler
Savaşın
ilerleyen safhalarında Suriye Ordusunun kullandığı (Suriye kimyasal silah
saldırıların faillerinin IŞID'in olduğunu iddia etmiştir.) iddia edilen
kimyasal silahlarla ölen insan sayısı sadece 13 Nisan 2013'de 100-150 kişidir
ve Birleşik devletler savaşta kimyasal silahların kullanıldığını kanıtlamıştır.
Misket bombaları, Scud füzeleri, Vakum bombası, Napalm bombası gibi tahrip gücü
yüksek kitle imha silahları kullanılmıştır.
Resim 3: 14 Kişinin öldüğü bir hava saldırısı sonrası
Birleşmiş Milletlerin açıklamasına göre Suriye İç savaşında 250 binden fazla insan hayatını kaybetmiştir fakat Birleşmiş Milletler Suriye iç savaşına dair istatistik toplamayı bıraktığı için ölenlerin sayısının daha fazla olduğu düşünülmektedir. Suriye Politika Araştırma Merkezi (SCPR) yayınladığı raporla 2011 Mart ile 2016 Şubat ayları arasında Suriye iç savaşında 500 bin insanın hayatını kaybettiğini, 1.88 milyon insanın ise yaralandığını belirtmiştir.
ABD Dışişleri Bakanı, Suriye'de öngörülen bir ateşkes anlaşması için Rusya ile bir anlaşmaya vardıkları açıklamıştı. Fakat bu anlaşma IŞID ve El Nusra örgütünü kapsamadığını belirtmiştir. Suriye devlet başkanı anlaşmaya uyacağını belirtmiş olsa da çok kez ateşkes ihlalinde bulunulmuştur. Suriye İnsan Hakları Ağı 27 Şubat 2016 tarihinden itibaren geçerli olan ateşkesin ilk dört gününde 52 kez ihlal edilmiştir.
7 Mart tarihinde 312 kez ihlal edilen ateşkes 8 Mart itibariyle ateşkesin kapsadığı bölgelerde ölü sayısı 315'tir.
(https://tr.wikipedia.org/wiki/Suriye_%C4%B0%C3%A7_Sava%C5%9F%C4%B1)
25 Kasım 2016 Cuma
BİLGİ GÜÇTÜR
Bilgi, tarih boyunca “güç” olarak algılanan bir kavram olmuştur. Bunun sebebi ise bilginin,
yaşamın temeline yerleşmiş olmasıdır. Çağın dünya
çapında bilgi ekonomisi, bilgiye dayalı rekabetçi avantajı yakalayan ve sürdürebilen, yani bilgi birikimini
ve paylaşımını sermaye hâline getiren toplumlar ve kurumlarla oluşacaktır. (Prof. Dr. Nezahat Güçlü) Bilgi tarih boyunca güç olarak algılanmış olabilir fakat günümüzde güce olan ihtiyaç bilgiyi zorunlu hale getirmiştir. Bilginin zorunlu bir ihtiyaç halini alması insanların bilgiye olan ihtiyaçlarını ikiye katlamış olmakla kalmadı hem teknolojik hem de yayın olarak bilgi kirliliğine sebep olmuştur. Özellikle sosyal ağlarda kolay ulaşılabilir sahte bilgiler dolaşmaktadır. Teknolojiden yaralanırken daha dikkatli olup erişime sunulan bilginin doğru olup olmadığını sorgulamalı ve bu bilgileri kullanırken doğruluğundan emin olmalıyız.
Bilgi her zaman güç anlamına gelmiştir: yaşamak için güç, uyum sağlamak için güç, zor bir çevrede başarılı olmak için güç (Buckman, 2004:1). Awad ve Ghaziri’ye (2004:33) göre ise bilgi, tecrübe veya çalışma yoluyla kazanılmış anlayıştır. Aynı zamanda, gerçeklerin birikimi veya kuraldır. Bilgi spesifiktir, bir problem alanından diğerine transfer edilemez, belli bir zamanda kullanılır ve daha sonra o bilgiye ihtiyaç duyulmayabilir. Bilgi; değerlere, inançlara ve güvene bağlıdır. Bilgi, başarılı deneyimlerle gelişir ve sonra da bu tecrübe uzmanlığa dönüşür. (Prof. Dr. Nezahat Güçlü)
Geçmişe şöyle bir göz gezdirdiğimizde insanların birden fazla alanda bilgi sahibi olduklarını görüyoruz. Örneğin İbn-i Sina, Tıp adamı, fizikçi, yazar, filozof ve bilim insanı. Günümüzde ise insanların tek bir alanda ilerlemek, yetkinliğe sahip olmak, o alanda tüm bilgiye sahip olma gücünü kazandıracak bilgiyle donatıldığını görüyoruz. Yine bilgiye sahip olmanın verdiği yetkinlik ve güç ile konuyla alakalı bir durumun ortaya çıkmasında tüm bilgi ve becerilerimizle durumun izahını veya çözümünü bize verecektir. Bizler bir alanlarda güç kazanan ve o alanda kahramanlar olan kişiler olarak yaşayacağız.
Doğru kullanılan bilgi insanı en yükseğe çıkarabileceği gibi doğru kullanılmadığında başarısızlıkla sonuçlanacak bir yaşam da verebilir. Bilginin doğru ve yerinde kullanılması ancak etik bir değer anlayışına sahip olmakla olur. Bilgi ve ahlak birbirini tamamlayan güç zinciridir. Bu zinciri boynunda taşıyanlar o bilginin gücüne ve bilgi ile ahlakın verdiği engin tevazuya sahip olacaktır.
Bilgi her zaman güç anlamına gelmiştir: yaşamak için güç, uyum sağlamak için güç, zor bir çevrede başarılı olmak için güç (Buckman, 2004:1). Awad ve Ghaziri’ye (2004:33) göre ise bilgi, tecrübe veya çalışma yoluyla kazanılmış anlayıştır. Aynı zamanda, gerçeklerin birikimi veya kuraldır. Bilgi spesifiktir, bir problem alanından diğerine transfer edilemez, belli bir zamanda kullanılır ve daha sonra o bilgiye ihtiyaç duyulmayabilir. Bilgi; değerlere, inançlara ve güvene bağlıdır. Bilgi, başarılı deneyimlerle gelişir ve sonra da bu tecrübe uzmanlığa dönüşür. (Prof. Dr. Nezahat Güçlü)
Geçmişe şöyle bir göz gezdirdiğimizde insanların birden fazla alanda bilgi sahibi olduklarını görüyoruz. Örneğin İbn-i Sina, Tıp adamı, fizikçi, yazar, filozof ve bilim insanı. Günümüzde ise insanların tek bir alanda ilerlemek, yetkinliğe sahip olmak, o alanda tüm bilgiye sahip olma gücünü kazandıracak bilgiyle donatıldığını görüyoruz. Yine bilgiye sahip olmanın verdiği yetkinlik ve güç ile konuyla alakalı bir durumun ortaya çıkmasında tüm bilgi ve becerilerimizle durumun izahını veya çözümünü bize verecektir. Bizler bir alanlarda güç kazanan ve o alanda kahramanlar olan kişiler olarak yaşayacağız.
Doğru kullanılan bilgi insanı en yükseğe çıkarabileceği gibi doğru kullanılmadığında başarısızlıkla sonuçlanacak bir yaşam da verebilir. Bilginin doğru ve yerinde kullanılması ancak etik bir değer anlayışına sahip olmakla olur. Bilgi ve ahlak birbirini tamamlayan güç zinciridir. Bu zinciri boynunda taşıyanlar o bilginin gücüne ve bilgi ile ahlakın verdiği engin tevazuya sahip olacaktır.
"Bilgi bir tuş kadar bize yakın fakat doğru olmayan bilgi, bilgi değildir."
Emine AFŞİN
MATEMATİK NEDEN ÖĞRENEMİYORUM, NASIL MATEMATİK ÖĞRENİRİM?
İlkokul sıralarından beri bize matematik öğretilmeye çalışılıyor. Her sınavda tekrar tekrar önümüzde beliren değişmez derslerden bir olarak matematiği neden öğrenemiyoruz? Öğretmenlerimiz yeterince iyi değil miydi? Sizi bilmem ama ben matematik öğretmenim için iyi şeyler söyleyemeyeceğim. Öğretmenlerimizin de matematiği öğrenemememiz üzerine olumsuz etkisi olduğu da aşikar.
1- ÖĞRENCİ
Bu siz oluyorsunuz. Belki artık öğrenci statüsünde değilsinizdir ama hala matematik yapamıyorsunuz. Şöyle dönüp ilkokul sıralarına gittiğiniz de aslında o zamanlarda matematik yapabildiğinizin farkına varacaksınız. Zamanla değişen dersi algılama kapasiteniz değil, ilginiz hatta ilgisizliğiniz ve gerekli özeni göstermemeniz. Elbette ilk okul sıralarında bunun farkına varamazsınız ama artık matematik öğrenmeye karar verdiniz ve ne yapmak istediğinizi biliyorsunuz. Kararlılıkla ilerleyin ama bilin diye söylüyorum " Hiçbir zafere çiçekli yoldan gidilmez."(La Fontaine)
Bu siz oluyorsunuz. Belki artık öğrenci statüsünde değilsinizdir ama hala matematik yapamıyorsunuz. Şöyle dönüp ilkokul sıralarına gittiğiniz de aslında o zamanlarda matematik yapabildiğinizin farkına varacaksınız. Zamanla değişen dersi algılama kapasiteniz değil, ilginiz hatta ilgisizliğiniz ve gerekli özeni göstermemeniz. Elbette ilk okul sıralarında bunun farkına varamazsınız ama artık matematik öğrenmeye karar verdiniz ve ne yapmak istediğinizi biliyorsunuz. Kararlılıkla ilerleyin ama bilin diye söylüyorum " Hiçbir zafere çiçekli yoldan gidilmez."(La Fontaine)
2- ÖĞRETMEN
Hepimiz o mükemmel öğretmene denk gelecek kadar şanslı değiliz ve ben o şansız insanlardan biriyim. Matematiği kafanıza vura vura öğretmeye çalışan öğretmenler sizi matematikten soğutmuş olabilir veya matematik dersini sizin için anlaşılmaz kılmış ve yahut da matematiği öğretme lütfunda bulunmamış olabilir. Bu yüzden eğer bir yardım almanız gerekiyorsa bunu çok iyi bir öğretmen yardımıyla yapmalısınız. Tek başıma yapamaz mıyım dediğinizi duyar gibiyim; elbette yapabilirsiniz ama unutmayın; Matematikte her şeyden önce sabır gerekir (Cahit Arf),
3- MOTİVASYON
Kendinize inanmalısınız. Güne her başladığınızda umudunuzun kırılmasına izin vermeyin kendinizi başaracağınıza ikna edin. Düşük motivasyon ile öğrenme kabiliyetinizin düştüğünü unutmayın. Yapamadığınız soruların üzerine gidin onların sizi yenmesine izin vermeyin.
4- HEDEF BELİRLEYİN
Tam şimdi belki başarabilecek durumda değilsiniz ama geleceği bilemezsiniz. Önce kendinize hedefinizi açık açık söyleyin. Nasıl yapacağınızı gün gün programlı bir şekilde belirleyin ve ona uymanızı zorlaştıracak elektronik alet, internet ve gerekirse arkadaşlıklardan bile vazgeçin. İnanın bana zaten sizin iyiliğinizi istemeyen bir arkadaşlık zaten arkadaşlık değildir. Bu size arkadaşlarınızı da gözden geçirmenize yardım edecek. Her geçen gün arkanıza baktığınızda ne kadar çok ilerlediğinizi ve artık merdivenin ucundaki ışığa ne kadar yaklaştığınızı görme fırsatı verecek. Fırsatlar insanın karşısına çok kez çıkmaz, yakaladıysanız yakasından tutun ve bırakmayın.
5- DÜZENLİ VE PROGRAMLI ÇALIŞIN
Bugün çalışman aman yarın çalışmayayım ne olacak demeyin! Neler olur bilemezsiniz. Zamanınızı iyi kullanın, kendinize uygun ortamı yaratabileceğiniz gibi çalışmak isteyen için her an müsaittir.
Benden bu kadar biraz da uzmanlar konuşsun;
2003 yılında 46 ülkedeki, 4. ve 8. sınıf öğrencilerinin matematikteki başarısını standart testlerle ölçen uluslararası bir araştırma, çocukların başarı ortalamasının %50’ nin altında olduğunu göstermiştir. (Anlayacağınız sadece ülkemizde değil bir çok ülkede matematik öğrenmek bir sorun. )
‘Matematik’ bir düşünme yoludur ki bu problem durumlarının ve ilgili bilgilerin akılda simgelenmesidir (mental representation). Yazılı semboller kullanılabilir (hatta manipulatif materyallerle gerçek simgeler kullanılabilir), fakat işin esası öğrencinin aklında neler gerçekleştiğidir. Akıl simgelerinin oluşturulmasına kelimeler yardımcı olabilir, ama bu demek değildir ki bu simgelerin kendileri kelimelerden oluşsun.
‘Matematiği öğretmek’ öğrencilerin temel yapı taşlarından oluşan dağarcıklarını kendilerinin geliştirmesine mihmandarlık ve kılavuzluk yapmak ve öğrencilerin akıl simgelerini oluşturup kullanma kabiliyetlerini geliştirmeye yardımcı olmak meselesidir. Sıklıkla, problem üzerinde çalışırlarken, öğrencilerden sesli düşünmeleri istenir, böylece problem hakkında neler düşündüklerini ve nedenlerini (ellerinden geldiğince) anlamamıza yardımcı olurlar. Gerçekten, öğrencilerimize matematiği sembollerin kâğıt üzerinde nasıl oynatılacağını öğretiyorduk. Bunun için, onlara oyunun kurallarını üzerine basa basa tahtaya yazıp, sözle ifade ediyorduk. Bu kuralları ezberleyip tekrarlamaları için onlara alıştırma kâğıtları hazırlıyorduk. Bunlar, genelde gerçek hayattan kopuk, amacı sadece sembol manipülasyonunun kurallarını vurgulayan sorulardan oluşuyordu. Bunun sebebi öğrencilerimizi her an bekleyen seçme sınavlarına hazırlamak olabilir. Bu sınavlar zamana karşı yapıldığından, çocuklarımıza kuralları en kolay nasıl ezberleyip ve en kolay nasıl geri çağrılacağını öğretmek zorunda kalmış olabiliriz.
BOZ, Nihat, Necatibey Eğitim Fakültesi Elektronik Fen ve Matematik Eğitimi Dergisi, Cilt 2, Sayı 2, Aralık 2008
Emine AFŞİN
Benden bu kadar biraz da uzmanlar konuşsun;
2003 yılında 46 ülkedeki, 4. ve 8. sınıf öğrencilerinin matematikteki başarısını standart testlerle ölçen uluslararası bir araştırma, çocukların başarı ortalamasının %50’ nin altında olduğunu göstermiştir. (Anlayacağınız sadece ülkemizde değil bir çok ülkede matematik öğrenmek bir sorun. )
‘Matematik’ bir düşünme yoludur ki bu problem durumlarının ve ilgili bilgilerin akılda simgelenmesidir (mental representation). Yazılı semboller kullanılabilir (hatta manipulatif materyallerle gerçek simgeler kullanılabilir), fakat işin esası öğrencinin aklında neler gerçekleştiğidir. Akıl simgelerinin oluşturulmasına kelimeler yardımcı olabilir, ama bu demek değildir ki bu simgelerin kendileri kelimelerden oluşsun.
‘Matematiği öğretmek’ öğrencilerin temel yapı taşlarından oluşan dağarcıklarını kendilerinin geliştirmesine mihmandarlık ve kılavuzluk yapmak ve öğrencilerin akıl simgelerini oluşturup kullanma kabiliyetlerini geliştirmeye yardımcı olmak meselesidir. Sıklıkla, problem üzerinde çalışırlarken, öğrencilerden sesli düşünmeleri istenir, böylece problem hakkında neler düşündüklerini ve nedenlerini (ellerinden geldiğince) anlamamıza yardımcı olurlar. Gerçekten, öğrencilerimize matematiği sembollerin kâğıt üzerinde nasıl oynatılacağını öğretiyorduk. Bunun için, onlara oyunun kurallarını üzerine basa basa tahtaya yazıp, sözle ifade ediyorduk. Bu kuralları ezberleyip tekrarlamaları için onlara alıştırma kâğıtları hazırlıyorduk. Bunlar, genelde gerçek hayattan kopuk, amacı sadece sembol manipülasyonunun kurallarını vurgulayan sorulardan oluşuyordu. Bunun sebebi öğrencilerimizi her an bekleyen seçme sınavlarına hazırlamak olabilir. Bu sınavlar zamana karşı yapıldığından, çocuklarımıza kuralları en kolay nasıl ezberleyip ve en kolay nasıl geri çağrılacağını öğretmek zorunda kalmış olabiliriz.
BOZ, Nihat, Necatibey Eğitim Fakültesi Elektronik Fen ve Matematik Eğitimi Dergisi, Cilt 2, Sayı 2, Aralık 2008
Emine AFŞİN
11 Şubat 2016 Perşembe
Einstain'in Dünya Barışı
Niçin Savaş
(20. Yüzyılın İki Büyük Düşünüründen Mektuplar)
Alter Yayınları / Felsefe Dizisi
Böyle bir kitabı okumanın ne büyük nimet olduğunu onu okuyunca anladım, Dünyanın gelmiş geçmiş en zeki insanının aklından bile ilk çağlardan beli süre gelen savaşı durdurma düşüncesi doğmuşken biz insanların neden bir dur diyemiyoruz? Bu soruyu üniversite hocama sorduğumda bana insanlar içindeki o her şeye egemen olma dürtüsünün böyle bir fikri mümkün kılamayacağını söyledi, Bende bunu mümkün kılamayan o dürtünün nereden geldiğini merak ettim ve işte o cevabı yine bu kitapta buldum, Sayfa dokuz bana şöyle diyordu; Eğer bizler katı iktisadi öğretilerin ya da geleneklerin esirleri haline gelmek yerine,,, Evet, cevap tam burada yatıyordu. Dünyaya egemen olan tüm o insanların tek sorunu veye o sorunlarının tek sebebi eğitimdi. Bizlere aşılanan fikirler, düşünceler ve diğer tüm şeyler. Öğretmenler sadece öğretmek istediklerini öğretiyordu ve bir artı için hiçbir şey yapmıyorlardı.
Gittikçe durdurulamaz hale gelen dünya nüfusu bazı ülkelerin canını sıkmakta ve bu duruma bir çözüm bulmak adına ismi hiç duyulmamış virüsler icat edip nüfusu kendilerince kontrol altına tutmaktalar ve bu kontroller yetersiz geldiğinde dünya barışı adına savaşlar çıkarmakta ve binlerce ve hatta milyonlarca insanların ölümüne sebep olmaktadır. İşte onların dünya barışı; Sadece ben ya da sadece benim ülkem. Belli kesinden insanlar doyasıya yeyip doyasıya yaşasın diye o insanlar canlarını feda etmekte.
Sayfa dokuzdaki cümle kaldığı yerden şöyle devam etmekte; ... Dünyanın zenginliklerini doğru biçimde paylaşıyor olsaydık, yeterince para, yeterince iş, yeterince yiyecek olurdu. Böyle bir dünyanın hayalini kuran birilerinin varlığının huzuruyla doluyorum çünkü biliyorum ki eğitimiyle birlikte böyle bir dünyanın içinde yaşayan insanlar mutlu olacaklardı. Tüm insanların böyle bir dünyada yaşaması gerektiğini söylediğimde geçmiş bir zamanda böyle düşünen bir insanın olduğunu bilmek insanı rahatlatıyor. Zira insanlar barışın ve böyle bir dünyanın çok uç bir düşünce olduklarını düşünüyor ve böyle bir düşünceye sahip olanlara kuşku ile bakıyorlar.
Dünya barışını canı gönülden isteyen bir diğer insan S. Freud bile Einstein'in dile getirdiği bu düşünceleri umutsuz bir şekilde karşılamasına rağmen A. Einstein'a umut vermekten ve yardım mektubuna cevap vermekten kendini alıkoyamamıştır. Mektubunda bir yere dikkat çekiyor S. Freud:
... Yasalar hükmedenler tarafından oluşturulur ve hükmedilenler haktan daha az yararlanırken bu yasalar hükmedenlerin yararına uygulanır. Evet, aslında bizim yaramıza diye çıkarılan yasaların hükmedenlerin yararına olduğunu hepimiz aç çok biliyoruz ama S. Freud'un kaleminden bunları okumak kelimelerin bir balyoz gibi başıma düşmesine neden oluyor. Anladım ki her şey menfeatten doğuyor. Güzel bir dünyada yaşamak dileğiyle...
Emine AFŞİN
11/02/2016
Gittikçe durdurulamaz hale gelen dünya nüfusu bazı ülkelerin canını sıkmakta ve bu duruma bir çözüm bulmak adına ismi hiç duyulmamış virüsler icat edip nüfusu kendilerince kontrol altına tutmaktalar ve bu kontroller yetersiz geldiğinde dünya barışı adına savaşlar çıkarmakta ve binlerce ve hatta milyonlarca insanların ölümüne sebep olmaktadır. İşte onların dünya barışı; Sadece ben ya da sadece benim ülkem. Belli kesinden insanlar doyasıya yeyip doyasıya yaşasın diye o insanlar canlarını feda etmekte.
Sayfa dokuzdaki cümle kaldığı yerden şöyle devam etmekte; ... Dünyanın zenginliklerini doğru biçimde paylaşıyor olsaydık, yeterince para, yeterince iş, yeterince yiyecek olurdu. Böyle bir dünyanın hayalini kuran birilerinin varlığının huzuruyla doluyorum çünkü biliyorum ki eğitimiyle birlikte böyle bir dünyanın içinde yaşayan insanlar mutlu olacaklardı. Tüm insanların böyle bir dünyada yaşaması gerektiğini söylediğimde geçmiş bir zamanda böyle düşünen bir insanın olduğunu bilmek insanı rahatlatıyor. Zira insanlar barışın ve böyle bir dünyanın çok uç bir düşünce olduklarını düşünüyor ve böyle bir düşünceye sahip olanlara kuşku ile bakıyorlar.
Dünya barışını canı gönülden isteyen bir diğer insan S. Freud bile Einstein'in dile getirdiği bu düşünceleri umutsuz bir şekilde karşılamasına rağmen A. Einstein'a umut vermekten ve yardım mektubuna cevap vermekten kendini alıkoyamamıştır. Mektubunda bir yere dikkat çekiyor S. Freud:
... Yasalar hükmedenler tarafından oluşturulur ve hükmedilenler haktan daha az yararlanırken bu yasalar hükmedenlerin yararına uygulanır. Evet, aslında bizim yaramıza diye çıkarılan yasaların hükmedenlerin yararına olduğunu hepimiz aç çok biliyoruz ama S. Freud'un kaleminden bunları okumak kelimelerin bir balyoz gibi başıma düşmesine neden oluyor. Anladım ki her şey menfeatten doğuyor. Güzel bir dünyada yaşamak dileğiyle...
Emine AFŞİN
11/02/2016
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)